hani daha yeni doğmuş bebekleri taşımak için kullanılan yatak misali çantalar vardır ya, işte öyle bir yatak-çantanın içinde uyuyordu bu bebek de. yanımda nesi olduğunu bilmediğim bir kadın vardı ve sürekli bebeğin uyanmasından ya da zarar görmesinden korkuyordu. hava çok soğuktu. kar yağmıştı, bembeyazdı her yer. bebek üşümesin diye sıkıca sarılmıştı ve çantanın da kapağı kapalıydı. nereye gidiyorduk bilmiyorum. hatta bebeği kim taşıyordu onu da hatırlmıyorum, amma bi kaç kere düşürdü elinden bebeğin olduğu çantayı. korkuyla baktık bebeğe bi şey oldu mu diye, amma mışıl mışıl uyuyordu. sonra ben aldım çantayı, yürümeye devam ediyorduk ki açtım bebeğe bakmak için, uyanmış gülücükler saçıyordu. kucağıma aldım, çok güzel kokuyordu, bembeyaz karlara baktı, bana baktı, bi şeyler söylüyordu amma ben gülümsemesine takılmış, yürümeye devam ediyordum.
alt katta ödev için toplanmıştık. uzunca bi masa etrafında alt ve üst sınıftan mimarlarla konuşuyorduk. sarı duvarları vardı buranın. merdivenden öğrenciler iniyordu amma bir çoğu mimarlıktandı. ödevi bitirelim artık dedi birisi. saat 9u 20 geçiyordu. ders buçuktaydı. onur can'a sordum, yetişecek mi, diye. kafa salladı sadece. ben eşyaları toplayayım o zaman, dedim. oteldeydik. anahtarı alıp odaya çıkayım dedim. yuvarlak, üzerinde 10 yazan, altın sarımsı bi anahtarlıktaydı. bordo halılı merdivenlerden çıktım, çok fazla koridor vardı, bi an duraksadım. otel görevlilerinden biri yanıma gelerek, sizin odanız bu tarafta, dedi. beni 11 nolu odaya götürdü. elimde 10 numaranın anahtarı vardı. sırt çantamın ön gözüne baktım, 11 nolu anahtar vardı, amma bir de 7 numaranınki de vardı. görevli anlamsız bir şekilde bana baktı. arkadaşlar toplanıyorlar da, sanırım onlar koydular çantaya anahtarları, dedim. sonra da 11 nolu anahtarla 10 nolu odaya girdim.
anneannemle annem telaş içindeydi. hadi kızım geç kaldın, dediler. tamam, dedim, toparlanıyorum ya. masanın üzerinde bir anahtar duruyordu. enverle babası az önce çıkmışlardı anneannemin evinden. bu enverin evinin anahtarına benziyordu. koşarak indim merdivenlerden, bi yandan da sesleniyordum; enver, bekle. nefes nefese apartman girişinde yakaladım onları. bu senin evin anahtarı mı, diye sordum. babası cebinden evin anahtarını çıkarttı. üst kısımlar benziyordu amma benim elimdei anahtarın alt kısmı daha kısaydı. yok değil, dediler, bu diğer evin anahtarı. çok yorulmuştum. sen git orda dinlen, dedi enver. ders de başlamıştı amma dinlenmem gerekiyordu. hava çok soğuktu, amma çok güzeldi bembeyaz karlar.
elimdeki anahtarla açtım amcamların evinin kapısını. elektrikli sobayı açık unutmuşlardı. giriş holünün solundaki odaya girdim. balkon kapısı açıktı. uzun perdenin arkasında bir elektrikli soba daha vardı ve perde alev almıştı. hemen söndürdüm bu küçük yangını amma çok korkmuştum. pvc balkon kapısını sıkıca kapattım, hemen yanındaki pencereden dışarıdaki karlara baktım. balkonda uçuk mavi bir pilates topu vardı ve mangalın üzerinde duruyordu. off bi yangın daha mı, dedim amma havanın soğukluğuna ve balkonda olmasından dolayı pek de umursamadım. odadaki yatağa uzandım. yengemle kuzenim gelirdi zaten birazdan.
saat 13.30'a geliyordu uyandığımda, derse geç kalmıştım. amma devamsızlığım çok fazlaydı. kesin kalacaktım artık. banyoya gidip elimi yüzümü yıkayayım dedim. koridorda ilerledim. içerde biri uyuyordu, uykudaki hırıldama sesini duyuyordum. hemen yanında banyo vardı. amma kapısı çok dardı. nasıl giriyorlardı burdan içeri? yan bir şekilde geçtim bu aralıktan. labirent gibiydi. diğer yatak odasından buraya bir kapı vardı, öteki tarafa baktım, benim yattığım yerden uzunca bir koridorla da buraya gelinebiliyordu. bu yoldan ilerledim. genişçe bir koridordu, 4 5 tane buzdolabı vardı. ev sahipleri beyaz eşya satıyorlarmış, burası da depoymuş aslında. ilerledim. küçük bir mutfağa geldim. çok dağınık ve pis sayılırdı. bulaşıklar vardı. etrafı inceledim, bardaklara baktım. değişik sayılabilecek bi çok bardak, kadeh vardı. küçümseyerek devam ettim yola. yine odalar, koridorlardan geçtim. spiral gibiydi burası. döndükçe başka bir yere bağlanıyordu. bu kez kocaman, çok şık ve çok düzenli bir mutfaktaydım. L biçiminde geniş bir tezgah vardı. üzerinde 2 tane tost makinesi duruyordu. diğer tarafta uzun bir masa ve üzerinde 3 tane bilgisayar vardı. yerler çok güzeldi. küçük renkli mozaik işlemesi bir desen vardı. yürümeye devam ettim. ilkinden daha şık bir banyoya girdim. tam yüzümü yıkıyordum ki bi kız, meraba, dedi. ürktüm birden, anahtarları enver verdi, uyudum biraz çıkıyorum zaten, dedim. biz de kahvaltı edecektik, gel sen de, dedi, mutfağa gitti. saçlarımı topuz olarak toplamıştım. siyah kot pantolonumla beyaz merserize kazağım vardı üzerimde. değiştirmeyi düşündüm uzunca bi süre. iyi de yanımda bi şey yoktu ki. sırt çantamdan makyaj malzemelerimi almayı düşünüdüm. amma nerdeydim tam olarak ve burdan nasıl çıkacaktım bilmiyordum. banyo dolabının alt kısmına asılı havluyla yüzümü kuruladım, havluyu yerine astım. mutfağa gittim. az önce bana merhaba diyen kızın kardeşi geldi boynuma sarıldı. ben bu kızı tanıyormuşum aslında, sordu bana nerelerdeyim diye. o da ısrar etti kahvaltıya kal diye. sonra bi kadın geldi içerden sarışın kısa boylu, o da bu kızın halasıymış. gülümsedi bana. telefonum çalmaya başladı. banyoya gittim. nerdesin sen, diye azarladı annem beni, derse geç kalmadın mı?. tamam, dedim, çıktım zaten yola geliyorum, envere bi anahtarları vereyim.