25 Nisan 2011 Pazartesi

17

enverle istiklal'deki kitapçılardan birine girdik. sanırım mephisto ya da d&r'dı. kutu oyunlarına baktık biraz ve o da ne? ne zamandır aradığımız catan vardı. hatta ingilizcesi ve farklı bir sürümüydü. 65 lira ödeyip aldım oyunu. akşam üstüydü. hava karanlıkla aydınlık arası, pusluydu. açtım poşetini oyunu, çıkartmaya başladım. amma bu oyun bizim oynadığımızdan baya farklı görünüyordu. dünya haritasının daha farklısı civilization'daki gibi bir yerleşim vardı. bölgelere ayrılmıştı ve her bölgenin içinde çeşitli kaynaklar ile yerleşim merkezlerinin yapılacağı yerler vardı. aslında risk, catan ve civilization oyunlarının karışımı gibiydi. gri, mavi, lacivert tonları hakimdi oyun tablasında. bi an içim bi huzursuzluk kapladı. bu bizim istediğimiz oyundan çok farklıydı ve artık açılmıştı, geri iadesi imkansızdı. acaba kuka kafeye gidip, onlara bu farklı oyunu verip, onlarda fazlasıyla bulunan normal versiyonlardan biri ile değiştirmeyi istesek ne derlerdi? 

sonra birden uyandım. enver'e az önce rüyamda gördüğüm catan versiyonunu anlattım şu karışım halinde olan. 'oha süper fikirmiş, keşke gerçekten olsaydı, baya eğlenceli olabilirdi' dedi. enver'in bu tepkisi üzerine oyunu değiştirme fikrimden vazgeçtim, gerçekten ilginç olabilirdi. daha zor ve farklı bir oyundu ne de olsa bizim bildiğimizden. o zaman 2 kişi daha bulalım da oyuna başlayalım, dedim. enver birilerini bulmak için gitti. ben de oyunu kurmaya başladım. amma bi dakka oyunu zaten rüyamda görmemiş miydim? o halde rüyamı enver'e anlattığım kısım da mı bir rüyaydı?

2 Nisan 2011 Cumartesi

16

konser başlamış olmalıydı. sesler geliyordu. haticeyle odadan çıkıp konser alanına doğru koşmaya başladık. arch enemy sahnede yerini almıştı, metallica'dan memory remains çalıyorlardı. neden bu şarkıyla giriş yaptılar ki, diye sordum hatice'ye. bilmiyorum ben de pek sevmem aslında, dedi. sahnenin ön tarafı çok kalabalıktı. bir de sağ yan tarafta uzayan bir kalabalık vardı. onun dışında bu ters L şeklinde konumlanmış seyircilerin ortası boştu. tam o anda angela gossow'la göz göz geldik. seyircilerin ortasına atladı önce sahneden, sonra kalabalığı aşarak boş meydana ulaştı ve bana doğru koşmaya başladı. herkes bize bakıyordu. ben de heyecanla ona doğru koşmaya başladım ve sarıldık birbirimize. amma amma neden bu kadar çirkindi angela? heyacanım yerini şaşkınlığa bırakmıştı. saçmalamaya başladım, do you like, no no, did you like turkey, diye sordum. off ne kadar gerizekalıyım, soracak başka soru mu kalmadı, diye zihnim bulanmaya başladı. yes, dedi angela. bakamıyordum suratına, çünkü çok çirkindi. sonra bana bi soru sordu, anlamadım. no, dedim. kızarak, no?, diye sordu bana. sanırım o da bana ülkesini seviyor muyum diye sormuştu amma ben şaşkınlıktan anlayamamıştım. kurtarmak için, sorry yes, falan demeye çalıştım ancak konuşamıyordum. şöyle bi aşağılayarak baktı bana ve koşarak sahnesine geri döndü. kalakalmıştım bense ortada. yoğun kalabalık deli gibi alkışlıyordu. bense hala neden bu kadar çirkindi bu kadın, diye şoktaydım.