7 Mayıs 2010 Cuma

'cins'iyet

28 Nisan 1987, 00.15'te izmir'de yeşilyurt devlet hastanesinde doğmuşum ben. annemin o günkü şansından mıdır nedir hastanede iki profesör, üç uzman doktor falan da filan bir sürü uzman varmış. üst komşumuz da burada hemşire olduğu için bu kadar adam gelip ilgilenmiş benimle; bir şişe j&b whiskey ile bir karton marlboro hediye etmiş bizimkiler sadece. sanırım erkeklerle olan ilişkim ilk olarak böyle başladı. üç yaşıma kadar iki amcam ve iki dayım uzun süre bizde kaldılar. tabi benden altı yaş büyük abimi ve babamı unutmamam lazım. evdeki erkek populasyon oranı büyüktü. evimiz birinci kattaydı ve alt katında marketimiz vardı. annem babam hep markette durmak zorunda oldukları için erken yaşta başımın çaresine bakmaya başladım. amma dükkanın en güzel yanı belki de komşuluk ilişkileriydi. herkesi tanırdık mahallede. bir sürü amcam, dayım, teyzem, abim, ablam vardı. en fazla da abim oldu herhalde. küçük kardeş olup, anne-baba çalışınca arkadaşlarım evlerine gittiğinde abimin peşine takılırdım. onlar da kıyamaz alırlardı beni oyunlarına.

sonra denizliye taşındık. annemlerle kaldığım ev okuluma uzaktı, sabahları abimle otobüsle giderdik. oturduğumuz yerde de hiç yaşıtım yoktu. yine abimin başına kalmıştım. git gide abi sayım artıyordu gerçi. sonra ortaokulda kızlardan pek haz etmemeye başladım. ergenlikten olsa gerek muhabbetleri, tavırları falan pek bana göre değildi. iki tane kız arkadaşım, on iki tane de erkek arkadaşım vardı sınıfta. hatta bütün kızlar ev ekonomisi dersi alıp batik falan yaparken, ben sınıfın tüm erkekleriyle iş eğitimi dersi alıp kıl testeresiyle bi şeyler kesiyordum. gerçi onu da bir türlü kesemedim, inekliğin faydası (okul birincisiydim de) olarak bir arkadaşımla anlaştık. o benim iş eğitimi ödevlerimi yaptı karşılığında da arkama oturup dönem sonunda takdir aldı.

lisede sınıf olarak hepten iyiydik. ya da ben, pelin ve hava üçlüsü olarak nedense hep erkeklerin arasında yer aldık.
furkan: beren, çabuk koridora gel sana bir şey göstereceğim.
ben: evet noldu?
furkan: bak şimdi şurda bi kız var ya.
ben: ee?
furkan: işte onun bacakları çok güzel.
ben: evet amma poşet lazım.

ya da 'bak bu atlet giymeyen kız', 'bu kız şu çorabı bi haftadır giyiyor', 'önemli olan işlevi' gibisinden ve bunların daha da beterlerinden, şimdi anlatamayacağım, enteresan, muhabbetlerimiz oluyordu. 'erkek muhabbeti' diye adlandırılan o konuşmalara hep dahildim hatta pelinle beraber dahildik. yani kızlara biz bile artık o gözle bakmaya başlamıştık. saatlerce meserretin sonundaki bankta oturup etrafa bakar olmuştuk.

çağlar: ya biz neden burada oturuyoz?
ben: işte ne güzel gelene geçene bakıyoruz.
pelin: okul çıkışı falan işte milleti inceliyoruz. bak şu kız iyiymiş.
çağlar: harbiden iyiymiş. ayarlasanıza.

neyse işte. sonra üniversiteye geldim. bu zamana kadar o kadar çok erkekle yaşamışım ki, bi anda yurtta kızlarla yaşamaya başlayınca, insanlardan sürekli olarak bi 'kıza benze' eleştirisi duymaya başladım.

şimdi şöyle ki annem bana on iki yaşımdayken ilk defa sütyen almıştı. amma öyle böle değil. beyaz dantelli falan. hadi tamam belki de, bunu ilk olarak abime göstermesi benim için tam bir travma olsa gerek. tabi lisede de canım arkadaşlarımın kızların gömlek altı esprilerine maruz kalınca, tüm lise hayatımı beyaz gömlek altında siyah tshirtle geçirdim ve itiraf ediyorum üniversiteye kadar da sütyen kullanmadım. yerini bikini üstü ya da o tarz şeyler giydim. anneannemle yaşadığım dönemde de makyaj vs. gibi şeyler bana yasaktı. okuyan kızlar ilgilenmezmiş böyle şeylerle. e ben de ilgilenmedim, ilgilenemedim. tamam öyle erkek fatma da olmadım hiç bir zaman. aksine pantolondan çok etek, elbise giydim. amma pek kız gibi algılanmadım nedense.

düşüncede erkeklere daha yakın oldum belki de. amma yakın kız arkadaşlarımı fazlasıyla irdelediğimden ve ben de 'kız' olduğumdan bu cinsi de sindirdim. geçen gün sınıftan bir kaç erkek arkadaş içme planı yapıyorduk.

deniz: amma bu kez erkek erkeğe takılalım.
ben: ben ne olacağım peki?
deniz: işte erkek erkeğe.
yiğitcan: işte sen de bizdensin ya.
ben: öyle mi? peki bakalım, enver de gelsin mi?
mert: tabi gelsin o da.

açıkçası karşı cinsi anlayabildiğim için seviniyorum. amma işte beni tanımayanlar ya da erkeklerin büyük bir çoğunluğu kızlar konusunda fazla ön yargılılar. 'beren olmasaydı bir şey söylerdim', 'sen bi kulaklarını tıka' ya da ettiği küçük bi küfürden sonra 'özür dilerim' gibi cümleler gerçekten sinir bozucu. eskiden daha da sinir olurdum amma şimdi biraz da hak veriyorum. çünkü öncelikle onlar beni tanımıyorlar ki zaten tanıyanlar yanımda fazlasıyla rahat. ve en önemlisi de kızlar gerçekten çok acayipler. bazen ben de onları anlamakta güçlük çekiyorum, yanlarında ağzımı bozduğumda hafiften utanıyorum, ve itiraf ediyorum kızları fiziksel olarak incelemeyi seviyorum.

erkeklerin kadınlar hakkındaki düşünceleri bana eskiden sinir bozucu gelirdi, evet beyler bize bakınca aklınızdan geçen fantezilerin bir çoğunu biliyorum, ve ben de kadın gibi görünmek istemedim, kendimi kapattım, daha erkeksi görünmeye çalıştım, makyaj yapmadım, dekolte giymedim. 'elbisemi giyerim altına botlarımı çekerim, saçlarım dümdüz, metal-deri takılarım bana göre gayet lüks' modlarındaydım. ancak bu sadece kaçıp, saklanmakmış. her şeyden öte bir kadının kendisine bakması, kendisine olan saygısını gösteriyormuş, ve bu gerçekten çok daha iyi hissettiriyormuş. ancak bahsettiğim 'aşırılık' değil, her şey (makyaj, dekolte, seksilik, vs.) dozunda çok daha güzel ve estetik. hatta bir kadının erkeksi tarafı da dozunda kaldığı sürece güzel.

5 Mayıs 2010 Çarşamba

ben büyüyünce...

+18. şiddet ve korku içerir.

küçükken sorarlardı ya hep 'büyüyünce nolcaksın' diye, ben o soruya 14 yaşıma kadar her defasında farklı bir yanıt verdim. askeriyede psikiyatristlik yapmaktan matematik bölümüne, gazetecilikten öğretmenliğe, sinema yönetmenliğinden mühendisliğe kadar ve şu an aklıma gelmeyen bir çok mesleği ciddi ciddi düşündüm. liseye başladığımda artık tutarlı bir meslek kararı vermem gerekiyordu. uzun zaman düşündüm ne yapabilirim diye. genetik mühendisliği baya kafama yatmıştı. amma işte şu toplum baskısı, insanların yorumları üzerine yavaş yavaş kendimi 'tıp' düşünürken buldum. belki de o zamanlar izlediğim e.r. ve scrubbs dizilerinden de biraz etkilenmiş olabilirim. gerçi o eğlenceli kısmıydı. beni asıl çeken tarafta ise hannibal lecter vardı. tabi bununla beraber izlediğim sayısız korku filmi ile evde bulunan death metal, black metal gruplarının albüm kapakları. kan, organlar, kesmek, biçmek acayip derecede hoşuma gidiyordu. bunların üzerine bir de istemeden bütün yükünü çektiğim bir kurban bayramı var. orta sondan lise sona kadar (beş yıl) anneannemle kaldım ben. lise ikinci sınıftayken annemlerin, dayımların falan gelmemesi üzerine abim ve ben, anneannemin aldığı koyunla baş başa kaldık. apartmanın arka tarafında bulunan kesim yerinde kasap sadece kafasını kesti ve gitti hayvanın. anneannem yaşlı ve aşırı aksi olduğu için artık abim, ben ve kafasız koyunla beraberdik. istemeden de olsa yüzdüm koyunun derisini. başta sinir bozucuydu amma sonradan eğlenmeye başladım. sonra ayırdık hayvanı ordan burdan ve taşıdık eve. böbrek, ciğer, kalp, bağırsaklar, kemikler... uzun süre inceledim kendilerini. inceledikçe daha da hoşuma gitmeye başladı. sadece kokusu kötüydü ve üzerine sinince uzun süre çıkmıyordu. ve ben kararımı vermiştim. cerrah olmak istiyordum. hastaneleri de oldum olası severdim zaten.

ben: anne ben karar verdim, tıp okuyup cerrah olmak istiyorum.
annem: iyi sonunda doğru düzgün bir meslek buldun.
ben: sonra da organ mafyasına karışıp ilk olarak anneannemin organlarını satmayı planlıyorum. para kazanmam lazım çok fazla.
annem: iyi sen bi kazan da, oraya daha var.
ben: peki.

bundan sonraki iki sene ne yalan söyleyeyim deli gibi çalıştım öss'ye. derslerim çok iyi, puanlarım oldukça yüksekti. sınavım iyi geçmişti ancak o yaptığım fizik kaydırmaları ile beraber herkes için iyi benim için kötü bir puan aldım. istediğim hiç bir yer olmuyordu (cerrahpaşa tıptan bahsediyorum). alt üst olmuştum. tercihlerin gönderilmesine iki gün kala 65 farklı bölüm-üniversite vardı.

ben: anne ben karar verdim uzay mühendisliği okuyacağım.
annem: ne yapacaksın sonra?
ben: nasa'da çalışırım.
annem: haa, nasa da seni bekliyordu zaten.
ben: peki.

işte o iki gün kala oturuyorduk arkadaşlarımla. üç tanesi itü inşaat mühendisliği istiyordu amma puanları yetmiyordu.

çağlar: itü inşaat yazsana bizim için ya biz gidemiyoruz sen bari git.
ben: inşaat mühendisi olacağıma mimar olurum bi kere.
pelin: olabilirsin aslında sen öyle işlere yatkınsın, zevklisin, hem çizimin de iyi.
eray: o daha düz çizgi çizemez be.
hava: çizer.
pelin: kağıt kalem var burada, çizer bi kere.
ben: çizerim tabi.

gerçekten de alt alta dört tane falan parallel çizgi çizdim. mimarlıkta okuyan bir arkadaşım vardı, cem, aradım onu, gel yaz dedi. ben de yazdım. yazmakla da kalmadı tuttu. amma benim istediğim bu değildi. yurtta kalırken tıp okuyanları görüp bi de kendi yaptıklarıma bakınca hepten sinir olmaya başladım. adamlar kadavra kesiyordu; ben suni mantar, maket kartonu falan filan. bir de o ara sinir olduğum çok insan vardı çevremde. onları öldürmek için planlar yapıp kendilerini sıraya alıyordum.

ben: anne ben karar verdim seri katil olacağım.
annem: seri olma, onlar hep aynı şekilde öldürüyorlar sonra da hemen yakalanıyorlar, değişik ol biraz, kendi tarzını yarat.
ben: peki yakalanırsam suçu üstlenir misin?
annem: ben değil de baban üstlenirmiş, öyle diyor.
ben: tamam teşekkürler.

kaç sene geçti ben dördüncü sınıfa geldim hala sevemedim bu bölümü. çok da sıkıldım son zamanlarda. uzatıyorum zaten, gitmiyorum okula. içimden gelmiyor. 

ben: anne ben mama olmak istiyorum.
annem: ay beren!!
ben: amma babam hep bi baş ol da ne olursan ol derdi. o zaman abimle uyuşturucu işine girelim. (abim vanda asker şu anda). o vandan yollar, ben burda satarım, yakalanırsak anneannem yaptırdı deriz.
annem: ha bi o kaldı zaten.
ben: aslında abim geçen gün telefonda söyledi, çocuk işine de girebiliriz.
annem: o ne ki?
ben: işte küçük çocukları kaçırıp, satacağız.
annem: te allahım, düzgün şeyler iste kızım ya bitir okulunu güzel güzel.
ben: sen de hiçbir şeyi beğenmiyorsun anne ya, o değil de bitmiyor bu okul bi türlü.
annem: biter biter.

bilmiyorum gerçekten biter mi, biterse ben ne yaparım, mimarlık yapar mıyım. aklım çok karışık hala şu meslek konusunda. bazen kanımın kaynadığı oluyor ya bakalım. kısmet (!)