22 Ocak 2011 Cumartesi

15

final jürisi geçeli bir kaç gün olmuştu ancak stüdyodaydım. altımda mantarlı pijamam vardı. gözde'yi gördüm maket yaparken. jüri bitti, neden maketine devam ediyorsun ki, diye sordum. kalabalıktı stüdyo ve hemen herkes maket tamamlamaya çalışıyordu. özge'ye sordum sonra aynı soruyu. kimse cevap vermiyordu. jüri devam ediyor ki, dedi kızlardan biri. nasıl yani amma o gün bitmişti, üzerinde kaç gün geçti, dedim. bitirememişler işte, diyerek uzaklaştı kız. ne yapacağımı bilemez halde dolanmaya başladım stüdyoda. murat hoca geldi sonra, yan tarafımdaki  ilk defa gördüğüme emin olduğum bir kızla konuşmaya başladı. hocam merhaba, dedim. beni sallamadı, kızla konuşmaya devam etti. bu kız da japonya'ya gidenlerdenmiş. amma bizle gelmemişti. bi önceki sene yani ilk senede yoktu. acaba ondan önce bir tane daha mı yapılmıştı? yoksa bizden sonraki mi idi? amma daha haziran gelmemişti ki? aklım karıştı, yorgundum, makete devam etmek istemiyordum ki zaten benim sunumum iyi geçmişti, üzerimde pijamalarım vardı, murat hoca benimle konuşmuyordu. çaresizce çıktım stüdyodan, yan stüdyoya geçtim. sanırım alt sınıfların jürisi vardı. şöyle bi baktım paftalarına. sema hoca ve halit hocanın sesleri geliyordu. kapının dışına gizlenerek dinledim. yani aslında olmamış, bunlar çok yetersiz, diye eleştiriyordu sema hoca. şaşırdım. sema hocanın sesi aşağılayıcıydı. o böyle konuşmazdı aslında. beni gördüler sonra. beren nasılsın, diye sordu. iyiyim hocam dedim. halit hoca ve irem hoca da gülümsüyorlardı bana. gülümseyerek selamladım onları. sonra çıktım sınıftan. merdivende duruyordum öylece. birden bu 3 hoca belirdi yanımda, çok hızlı yürüyorlardı. sema hoca, kantine iniyoruz, sen de gelsene, zaten bi şey konuşmak istiyorum seninle, dedi bana. takıldım peşlerine. çok hızlı iniyorlardı merdivenlerden. yetişemiyordum. koşmaya başladım. bir yandan merak ediyordum sema hocanın söyleyeceklerini. en alt kata bağlanan ahşap merdiveni bitirdiklerinde ben daha başındaydım. spiral, ahşap, büyükçe bir merdivendi. hızlandıkça sallanıyordu. aşağıya inip kantin tarafına geçtim ki yiğitcan'la denizleri gördüm. burda mısınız, bi sema hocanın yanına gidip geleceğim, dedim. tamam bekliyoruz, dedi yiğitcan. hocalar çoktan kahvelerini almış oturmuşlardı bi masaya. nefes nefese yanlarına gittim. evet hocam geldim, ne konuşacaktınız benimle, diye merakla sordum. sema hoca duraksadı, ah evet çağırdım amma çok özür dilerim ben unuttum söyleyeceklerimi, dedi. yıkılmıştım. peki ben sonra tekrar uğrarım yanınıza, deyip ayrıldım. yiğitcanların yanına doğru yöneldim.

olamaz at'ı unuttum, diye bi anda başımdan aşağı kaynar sular döküldü sanki. yiğitcan'la deniz bir şey konuşuyorlardı o sırada. hayvan çatıya çıkardık amma 1 hafta oluyor ya öldüyse, diye içim içimi yemeye başladı. hayal meyal hatırlamaya başladım rüyamda rüyamı. 'enverle gidip bana koyu kahverengi bi tane at almıştık, sonra çatıya çıkarmıştık hayvanı. su ve yemek vardı çatıda. bir şey olmaz burda di mi, diye sordum enver'e; o, kapıyı kilitlerken. yok yok zaten yarın okula giderken alırsın, yemekle su da var, dedi ve merdivenlerden inmeye başladık.' işte o günden sonra tam bir hafta geçmişti ve ben hayvanı unutmuştum resmen. koca at'ı nassıl unutabilmiştim? stresliydim, sonra bi anda içimi bir mutluluk kapladı. at'ım vardı benim. gülümsemeye başladım. yiğitcan'a  döndüm, bil bakalım ben ne aldım, diye sordum sırıtarak. ne aldın, dedi. at, diye cevapladım hala gülüyordum. o an unutmuştum hayvanla 1 haftadır ilgilenmiyor olduğumu. sonra sırayla kantindeki herkese at'ım olduğunu söyledim. bi an duraksadım sonra. at mı? neden at aldım ki ben? üzerinde okula giderken hayal ettim kendimi. garipsedim. beşiktaş'ta çok dikkat çekmez miydi okula atla gitmek? hem zaten acaba at yaşıyor muydu? koca 1 hafta olmamış  mıydı? ne yemiş, ne içmişti? kafamda bu düşüncelerle çatıya doğru koştum sadece.


2 Ocak 2011 Pazar

14

iyi ki sandaletlerimi de getirmişim, dedim kalabalık caddede karşıdan karşıya geçerken. bak ne güzel ısındı havalar. sonra ayaklarıma baktım altın rengi ojelerim vardı. neden kırmızı sürmedim ki diye düşündüm bi süre. sonra hala mart ayında olduğumuzu düşündüm. uzun siyah eteğim vardı altımda. üzerimde ise siyah ceketim vardı. yanımdaki kimdi tam hatırlayamamakla beraber, şu karşıda bir şeyler yesek iyi olur, diye karar verdik. başımı çevirdiğimde telefon çalmaya başladı. apar topar kalktım yataktan. yardımına ihtiyacım var, dedi arayan kız. hemen geliyorum, diye koşarak çıktım evden. parka gelmiştim ki yukatalarını öyle sadece üzerlerine geçirmiş 4-5 kişilik bir grupla karşılaştım. nefes nefese kalmıştım koşmaktan. büşra fotoğraf çekmeye çalışıyordu. onun akrabalarıymış zaten bu grup. ben arkada görünmek istemiyordum fotoğraf çekilirken. büşra, sen de japonya'ya geldin oysa bence kalsan iyi olur, dedi. yok, dedim, acelem var zaten. koşmaya devam ettim. ellerim kirlenmişti. çamur içerisindeydi. hemen tuvaletlere koştum. çeşmelerden biri bozuktu, su fışkırıyordu. yer feci ıslanmış, küçük bir gölet oluşmuştu. benden hemen sonra içeri giren sarışın zayıf kız dengesini kaybedip bana çarptı. aynı zamanda da ayağı suya girdiği için ıslandı. bana çarpması sonucu ben de dengemi kaybettim ve saçlarım suyun içine girdi. uzun olan saçlarım belimi ıslatmıştı. üşüdüm. sonra kız bana bağırmaya başladı, ne yaptığını sanıyorsun sen, diye. gerizekalı senin suçun, dedim. kız diklenmeye devam etti. bana bak, dedim, senin dikkatsizliğin yüzünden zaten saçlarım ve beraberinde belim de ıslandı, özür dileyeceğine hala konuşuyorsun, diye ben bağırmaya başladım. kız arsızlanmaya devam etti. o kadar sinirlenmişti ki sarı saçlarını kavradım lavobaya doğru ittim kızı. hala konuşmaya devam ediyordu. suuus, diye bağırdım. hiç niyeti yoktu susmaya. ya sen belanı mı arıyorsun, diye bir yandan bağırıp bir yandan kafasını lavaboya vurmaya başladım. susmadı gerizekalı kız. aksine gülüyordu. güldükçe sinirlerim arttı. arttıkça vurmaya devam ettim. tak, took, taaaak.