30 Kasım 2009 Pazartesi

5

kimin yazlığına geldiğimizi hatırlamıyorum. uzun bir masa vardı. üzerinde şişe şişe alkol ve tabaklarda meyveler vardı. tolga, alper ve batu masayı düzenliyorlardı. meyvelerden yesene, dedi batu. bense alkollere bakıyordum; baileys, likörler, viski... yardım etseydim ben de, dedim. gerek yok takılın siz, dedi enverle benden bahsederek. sonra da dışarı çıktı. duş almam gerekiyordu. banyoya girdim. enver banyoda uyuyordu. bi süre sarıldım ona. bana havlu getirir misin, dedim. başındaki havluyu verdi, al bu kuru sayılır. sonra çıktı, sen giyin hadi, dedi. tam giyiniyordum ki dayımın sesini duydum. fena söyleniyordu, dedem gibi sürekli küfür ediyordu. banyonun kapısını tıklattı. giyiniyorum, dedim. açtı yine de kapıyı, elimdeki sweatle üzerimi örttüm, amma giyiniyorum, dedim. dayım söyleniyordu sadece, hiç yardım etmeyin zaten, herkes uğraşıyor, siz bi şey yapmayın, diye bağırıyordu. tamam, dedim, giyiniyorum. banyodan çıktığımda dayım masanın üzerindeki yeşil tabakları gösteriyordu. bunlar senin değil mi, diye sordu. evet, alıyorum zaten, dedim. hem bi şey yaptığın yok, üstüne bir de etrafı dağıtıyorsun, diyip azarlamaya devam etti. öfleyerek enverin bulunduğu odaya gittim. geniş bir evdi burası. kocaman bir holü vardı. holden bahçeye çıkılıyordu, ağaçlar vardı bahçede de. altı yedi de odası vardı. kapıyı açtım. iki tane gayet düzenli yatak vardı. enver birine uzanmıştı. çocuk gibi gülümsüyordu. anıl da burda kalcak, sen de buraya yatarsın, dedi. nasıl, anılla sen mi uyuyacaksın, anlamadım, dedim. yok, dedi, sen benimle uyuyacaksın, anıl da burada yatacak. çocuk gibiydi enver, gülüyordu. amma yatağın üzerindeki örtüyü, hani sen evde yapıyorsun ya, yarıya kadar aç, anıl da burada uyuyacağını anlasın, dedi. hala gülümsüyordu.

29 Kasım 2009 Pazar

diyaloglar

-acıktın mı? ben çok acıktım.
-hayır, sen ye istersen.
-yok, seni beklerim.

-çay yapıyorum, içeriz di mi?
-adaçayın kaldı mı?
-var hala, tamam sana adaçayı yapıyorum.

-bayramda eve gitmiyor musun?
-hayır, ben özellikle bayramlarda gitmiyorum.

-sen yine mi uyuyosun?
-ya evet, yok aslında şimdi uyandım.

-çay içelim mi?
-olur.

-ben bi şey yemedim hala.
-neden?
-canım istemiyo, evde de bi şey yok zaten.
-ya ye bi şeyler, aç durma.
-yalnız yemek yemeyi sevmiyorum ki.

-napıyosun?
-öyle oturuyorum boş boş.
-hiç mi bi şey yapmıyosun?
-yok hayır, sadece oturuyorum.

-uyandırdım mı?
-şey yok, uyanmıştım.

-acıktın mı?
-ben yedim, sen de ye?
-ben acıkmadım ki daha.
-ne zaman yedin ki en son?
-dün akşam yemiştik ya.
-sonra bi daha bi şey yemedin mi?
-acıkmadım ki.
-aferin.

-bana çay yapsan olur mu?
-tamam, sen de hep bana yaptırıyosun.
-ben de sana yemek yapıyorum.

-ben yine uyuyakalmışım.
-hadi ya ben de uyudum bi ara, 2 saat falan.
-yok benimki öyle değil, 10 dakika uzanayım dedim, 10 saat geçmiş.
-?!!

-napıyosun?
-hiç bi şey.
-müzik dinle, film izle.
- yoruyo beni çok fazla.

-sen eskiden çay demlerdin?
-di mi? yok ki evde bi süredir, sallama var.

-annem çay yollamış demliyim içelim mi?
-olur.

-beren, hadi ge.. aaa?
-şey, pardon, uyuyakalmışım.

-ben acıktım.
-ben de yerim.
-ben yaparım yemekleri.
-yardım ediyim?
-yok, yok, ben yaparım.
-o zaman bulaşıkları yıkarım.
-yok bulaşıkları da ben yıkarım, sen bana çay yapsan?

4

sanırım denizlideydik. annem ve babamla eve doğru gidiyorduk. daha önceden va bildiğim bir ev değildi burası. hava çok pusluydu, hafiften de yağmur atıştırıyordu. çok değişikti gökyüzü. grinin nerdeyse tüm tonları iç içeydi. ve kilise ilahilerine benzer bir ses vardı. bu sesi siz de duyuyor musunuz, diye sordum. yüzüme baktılar sadece, cevap vermediler. sanki kıyamet günüydü ve israfil sur'a üflüyordu. ben bi markete gidiyim, dedim anneme, bişiy lazım mı? baban da gitti ya, dedi annem, gerek yok senin gitmene. olsun, çay alırım ben de, dedim. amma evde zaten çay kabı doluydu.

acıktım, dedi dayım. ben de çok acıkmıştım. şöyle bi barbunya yanına da pilav olacaktı, diye devam etti dayım. ben bi çıkıp bi şeyler alıp geliyim, dedim. anneannemle değişik bi yerdeydik. anneannem bankamatiğini verdi, hadi sen al gel ne yicekseniz, ben seni bekliyorum, dedi. marketlerin şarküteri reyonu olur ya öyle bir yemek reyonu vardı. arkasında da hafif irice bi amca vardı. anneannem 6 tane dolma istemişti. adama dedim 10 tane dolma, biraz barbunya, bu börekler neli? bunlar peynirli, bunlar da sade, dedi. peynirlilerden de 10 tane olsun, dedim. tamam, siz biraz oyalanın ben paketliyorum, dedi adam. gezinmeye başladım markette, amma sürekli adamı kesiyordum napıyor diye, hemen bitirse de gitseydik. yemek reyonun çaprazında kıyafetler vardı. aa beğendim bluz değil mi o? burdakinin de mi bedeni yok? neyse, diye kendi kendime mırıkdandım. bi yandan da adama bakıyordum. sonra kasaya gittim. ya biraz da pilav koyar mısınız? amma tereyağlı sade olan, kıymalı olmasın sakın, dedim. kıymalı pilav mı olurdu hem hiç? adam, pilavın da sonuna denk geldin amma, koyuyorum hepsini, diyip buz dolabı poşeti içindeki pilavı da koydu diğer yemeklerin yanına. ne kadar tuttu, diye sordum. şöyle bi baktı, kafasında hesapladı, 25 lira, dedi. yuh, dedim içimden. anneanneme söylesem kızardı. acaba kendi paramdan nakit mi verseydim? 5 lira verdim, 20 de burdan çekin, dedim. nerde kaldınız, diye sordu dayım telefonda. geliyoruz, yoldayız, dedim. bi şeylerle mi uğraşıyormuş falan hatırlamıyorum tam orasını. neyse anneannemin evine vardık. dayım sabırsızlıkla bizi bekliyordu. yemekleri çıkarttım. böreklerden bi tanesini ısırdım. bu içindeki neydi ya? bulgur! böreğe hiç bulgur mu konurdu, hani peynirliydi bunlar? sinirlerim bozuldu. bekle dayı, pilav da var daha.

28 Kasım 2009 Cumartesi

3

evin içerisinde top oynayan 5, 6 yaşlarında bir erkek çocuğu vardı. ben uyumaya çalışıyordum ve o çok fazla gürültü yapıyordu. ve çocuk topa bir daha vurdu, fakat top da sıkılmış olacak ki pencereden aşağı düştü. çocuğun babaannesi, pencereden, topun arkasından bakıyordu. yanına gittim, sokağa baktım, top yoktu. kadın eliyle sağ altta bulunan pencereyi gösterdi, buraya kaçtı, dedi eliyle parabolik bir eğri çizerek topun gidiş rotasını gösteriyordu. aşağıya doğru bağırdım, pardon, bakar mısınız?. kadın da bağırdı benle birlikte amma benim sesimi fazlasıyla bastırıyordu: komşuuu, huuuuu, orda mısın?. en iyisinin gidip bakmak olduğundu düşündü kadın ve gitti. anneannem geldi sonra, bi bak bakalım, gelmedi hala, dedi kadını kastederek. tam çıkıyordum ki, faturaları da yatır giderken, dedi anneannem. elinde kağıt paralar vardı. elektrik faturası için 40, su için 30 lira aldım. biraz da bozukluğa ihtiyacım vardı. bende 3 lira vardı. anneanneme sordum. bir avuç dolusu bozuk para verdi. hepsi çok fazlaydı. bi kısmını koyabildim cüzdanıma. baya dolmuştu cüzdanımın bozuk para bölmesi. masanın üzerinde duran anahtarımı aldım kapıya yöneldim. anahtar kapıdadaydı. hayır, anahtar elimdeydi. kapıdaki anneanneminkidir diye düşündüm. merdivenlerden indim. topun kaçtığı evin kapısının önünde ayakkabılar vardı. evdelerdi. apartman kapısından dışarı çıktım. çocuğun babaannesi oturuyordu kapı ağzında. bir kaç kadın daha vardı, sohbet ediyorlardı. alt kattakiler evde, haber vereyim dedim. ha,dedi, evet konuştum ben getirecek birazdan topu. peki, diyip yürümeye başladım.

annemlere haber verdin mi, diye sordum yanımdakine. amma kim vardı yanımda? eski yolun oradaydık. dolmuştan indik, annemlerin evine doğru yürümeye başladık. yok, dedi, süpriz yapalım. amma çay koysalardı, hem biz varana kadar biraz soğurdu, hemen içerdik, dedim. boşver, süpriz yapalım, daha çok sevinmezler mi, dedi. haklıydı. annemler bahçede kahvaltı ediyorlardı. babam, yengem ve birileri daha vardı. hemen oturduk sofraya. ben saçlarımı kırmızıya yani kızıla boyatacağım, dedim. babam, çok güzel olur, dedi. annem çok istekli değildi. istersen bugün hemen boyatalım, dedi yengem. amma bugün cumartesi, düğünler falan vardır, dolu olmaz mı kuaförler, diye sordum. sen istiyorsan ayarlarız, dedi yengem. annem bana baktı, çok zorlanırsın amma öyle okulda, dedi, fazla yiyiyorsun, çok kilo aldın, dikkat et biraz.

hesap pusulası

pancar sebzelerin en keskinidir. soğanın sayfaları, gerçi Savaş ve Barış'ın sayfalarından fazladır, her biri de güçlü kuvvetli bir insanı ağlatacak kadar acıklıdır, amma soğanın o fildişi parşömenleri olsun, acı yeşil sayfa işaret kartı olsun, mide sularının ve bağırsak bakterilerinin etkisine kendini pek çabuk kahverengiye dönüşmektedir. ancak pancar, vücudu, ona girdiği renkte terk eder.

akşam yemeğinde yenilen pancar sabahleyin tuvalette hala kıpkırmızıdır. bu da pancarın güçlü sindirim asitlerine ve mikroplara karşı ne büyük bağışıklığının olduğunun kanıtıdır. en kırmızı biber bile, en turuncu havuç, en sarı kabak bile, o zamana kadar çoktan iğrenç bir kahverengiye dönüşmüştür çünkü.

doğduğumuz zaman yuvarlak, keskin, saf bir yüzümüz vardır. içimizde evren bilincinin kırmızı ateşi yanar durur. amma yavaş yavaş, bizi, ana babalar yer, okullar yutar, sosyal kuruluşlar emer, kötü alışkanlıklar kemirir, yaş ise tüketir. sindirildiğimiz zaman, tıpkı ineklerdeki gibi altı mideden geçtiğimiz zaman, pis bir kahverengi tonunda çıkarız.

pancardan almamız gereken esas ders şudur: insan, yanağındaki ilahi renge, içindeki doğal pembeliğe sarılmalı; yoksa kahverengiye dönüşür. kahverengi olmak da, insanın masmavi kesildiğinin resmidir. çivit kadar mavi. onun da ne anlama geldiğini bilirsiniz:
çivit.
çivitiyor.
çivitti.


parfümün dansı, s: 355-356, tom robbins.

25 Kasım 2009 Çarşamba

-3

büyükada değil büyükçe bi adadaydım. ev aramaktan o kadar yorulmuştuk ki, aynı zamanda çok da pahalı olduğundan beşiktaşta evler bu adada uygun bi ev bulunca hemen tuttuk. zaten burdan da okul çok yakındı. 2+1 genişçe eskice bir evin 2. katıydı. annemle babam çarşıya gitmişti, enver okuldaydı. ben de içerde uyuyordum. sonra sesler duydum aniden. ürkmüştüm. diğer odaya doğru gittiğimde içerde birkaç kişi olduğunu gördüm. sanırım aileydiler. amma içeri nassıl girmişlerdi? siz de kimsiniz, diye sordum. biz bu evin sahibinin akrabalarıyız, öyle arada gelir kalırız burada, dediler. aklım başımdan fırlamıştı. nassıl olur, insan bi kapıyı çalar, müsait miyim değil miyim, böyle gizlice girilmez ki içeri, dedim. ya yanlış bişiy yapsaydım, ya şöyle ya böyle, diye uzun süre söylendim. haklısın, falan deseler de çok da umursamıyorlardı beni. biraz rahatlamak için balkona çıktım. çok güzel güneşli bir yaz havası vardı. akşam olmadan önceydi. bahçeye baktım biraz. balkon çok genişti. ilerde bir dolap yanında da bir koltuk vardı. koltuğun üzerinde bir cep telefonu bir miktar para bulunmaktaydı. dolabın da ön tarafı kapaksızdı ve içinde bir sürü ayakkabı vardı. sadece siyah birini beğendim içlerinden. belki bi ara denerdim. sonra telefonun sahibini merak ettim. eski kiracı olan kızmış. bizim okuldandı. önce aradım, dedim, telefonun ve paran burada kalmış merak etme; amma sonra bi anda eve nassıl girmiş olabileceğini düşünüp bi posta da ona etik kurallarından bahsettim. çıldırmak üzereydim. mutfağa gittim. çok ilginç bir mutfak balkonu vardı. ya da acaba var mıydı? çünkü ortasında kocaman bir boşluk vardı. kenarından hoplaya zıplaya geçtim diğer odaya. düşeceğim diye fena korkuyordum. içerdeki insanlar hala oradaydılar. birine bu durumu anlattım. tamam yapılacak oralar, dedi. evin kapısından dışarı çıktığımda her şey çok değişikti. ahşap bir merdiven ve alt katta bir resepsiyon vardı. burası aslında bir pansiyonmuş. aşağıda oda kiralamaya çalışan bir grup insan vardı. ve elimi tutan uzun saçlı, kısa boylu, zayıf bi çocuk vardı. enver değildi. peki neden elimi tutuyordu? ayrılmış mıydık enverle? amma ben enveri seviyordum ve bu çocuğun elimi tutması beni fazlasıyla üzüp rahatsız ediyordu. enver nerdeydi? daha sonra ayrıldım ordan ve çarşıya doğru yürüdüm. durakta annem ve babamla buluştuk. çocuk bana uzaktan el salladı. biz de dedemin evine gitmeye karar verdik. yakındaymış evi bana. ilk defa gidiyorduk. annem evi görünce, burası da güzelmiş böyle bi yer tutabilirdik sana, dedi. ben pek beğenmedim. evde bölücü duvar yok gibiydi. koridor da yoktu. öyle mekanlar vardı. banyosu ortadaydı. mutfak değişikti, banyodan iki basamak inilinceydi. amma çok güzel bir bahçeye bakıyordu. bir masa vardı. ocakta da yemek pişiyordu. ve mükemmel bir şekilde boğaz görünüyordu. burada saatlerce oturup kitap okuyabilirdim. içerdeki odaya gittim ben de. annem ve dedem vardı. ne olmuş bilmiyorum amma babam bi şeylere bozulmuş sanırım başka bir yere gitmiş. dedem durgundu. çok konuşmadı bizimle. bu odanın da manzarası güzeldi. ben arada buraya gelip kitap okuyabilir miyim, diye sordum dedeme. durdu, gülümsedi. yalnız bi şey vardı, dedem ölmemiş miydi?

21 Kasım 2009 Cumartesi

2

kerim yeni evime ilk defa gelmişti. çekyatı açık halde tutup üzerine yığdığım yastıklara rahat bi şekilde oturdu. kerim iç mimar olduğu için ben de ona çekyatı neden açık tuttuğumu anlattım: bu çekyat ikinci el olduğu için biraz eskiydi ve arkasında demir hafiften çıkmıştı; bu demir üzerine oturanlar yaslandıkça duvarı zedeliyordu. ben de kerime duvarı göstermek için büyük yastıklardan birini kaldırdım. arkasına baktığımızda çizilmek bir yana duvarda resmen bi tuğladan biraz daha büyük bir oyuk vardı. ben biraz ürkmüştüm. kerim oyuğun içine baktı ve içerde içi su dolu metal bir kase ile küçücük krem rengi bir köpek vardı. kerim köpeği aldı, küçük dostumuz biraz da misafirli, dedi. ben, nassıl ya yoktur öyle şeyler, diye üsteledim. sonra kerim bana elindeki minik organizmaları, kurtçukları gösterdi. sanırım köpeği yıkasak iyi olacaktı. bu arada ben bu köpeğin nerden geldiğini düşünüyordum. yazın başından beri, altı aydır falan bu evde oturuyordum. böyle bir şeyi fark etmemem inanılır gibi değildi. hiç değilse bir kere havlardı bu hayvan. amma asıl sorun yemeği nerden buluyordu. demek ki onu besleyen ve eve giren birileri vardı. kerime döndüm, ben bu köpeği sanırım daha önce yatak odasında da gördüm, dedim. sonra kendisini yıkamak için iş başa düştü. diğer odaya gidip havlu alacaktım. içerde annem ve kim olduğunu bilmediğim birileri vardı. anne, dedim, çamaşır makinesinin arka tarafında havluları koyduğum bi şey var, onu uzatabilir misin? annem çıkardı havluları. etemin bende kalırken kullandığı bi ayak havlusu vardı, en kullanılabilir bu vardı içlerinde. annem abuk sabuk bir şeyler gösterdi. bunlarla köpeği kurulayamayacağımı anlattım. o da ikna oldu, havluyu aldım, sadece köpeği yakalamak kalmıştı. bir türlü tutamıyordum. yerde öyle yatıyordu. elime alacağım zaman tırmalıyor, daha tam çıkmamış dişleriyle kemiriyordu elimi. annem, yakalayamadın mı, diye güldü. ya tırmalıyor, dedim. sonra tuttum köpeği. banyoda yengem vardı. kuzenim egecanı yıkayacakmış. egecan küçücüktü. mutfaktan aldıkları porselen oval salata tabağını koymuşlardı çocukcağızın altına. o da üzerinde bağdaş kurmuş gülüyordu. sonra yengem, sen bırak köpeği egecanı yıkarken onu da yıkarım ben, dedi. tamam, dedim. içeriye giderken su sesi gelmeye başlamıştı. su ısınıyor mu, diye seslendim. yengem biraz ılık amma sorun değil, dedi. peki ya minik köpek üşümez miydi bu suyla? amma alışırdı ne de olsa tüyleri vardı.

-2

sahilde uzun uzun denize bakıyordum. sonra iki tane liseli kız bana uzaktan el salladılar. denizin üzerindeydiler. amma altlarında bi platform, arkalarında da duvar vardı. okul üniforması giymişti ikisi de. haydi, dediler, gel buraya. sonra yüzmeye başladılar denizde. ben de katıldım onlara. çok eğlenceliydi. gülüyorduk sürekli ve bana durmadan bir şeyler anlatıyorlardı. birlikte uzaktaki gemiye kadar yüzdük. gemiden biri elimi tuttu ve yukarı çıkmama yardım etti. sonra dolaşmaya başladım gemide.arka tarafta balık tutuyorlardı. ben daha önce hiç balık tutmamıştım. bu arada ileride bi tane balıkçı teknesi, içinde de ellerinde ağlarla orta yaşlı balıkçılar vardı. diğerleri balık tutarken laf atıyorlar, gülüyorlardı. cesaretimi toparlayıp, ben de balık tutmak istediğimi söyledim. hiç tereddütsüz verdiler oltayı bana. o an aklımdan muzip bir şekilde, hani filmlerde falan olur ya ilk seferimde devasa bi balık tutarmışım diye geçerken gülümsüyordum ki aklıma gelen başıma geldi. oltama bir balina takılmıştı. teknedeki balıkçılar hayret içindeydi. yanımdakiler de öyle. herkes çok heyecanlanmıştı. bense var gücümle çekmeye çalışıyordum balinayı. sonra balıkçı amcalardan biri, boşuna uğraşma, gücün yetmez, dedi. ben de bıraktım oltayı. balina gitti. oltayı geri çektiğimde balinaya yem olan başka daha küçük bi balık vardı. biraz iğrendim ondan. sonra da bırakıp geminin üst katına çıktım. hafiften hava kararmıştı. ne zaman geri döneceğimizi merak ediyordum. sonra genç bi adam geldi ve, geminin izin sırası var en az beş saat burada bekleyeceğiz, dedi. biraz canım sıkıldı bu duruma. kalabalıktık. insanların keyfi yerindeydi. sohbet edip, gülüyorlardı. bense sadece dönmek istiyordum. bi ara telefonum çaldı. arayan kimdi hatırlamıyorum. sonra üst kattaki kapalı bölüme gittim. burada orta yaşlı bi öğretmen kadın vardı. beni kenara çekti azarladı. nedenini de hatırlamıyorum. sonra güney geldi. az önce bana bağıran kadın o kadar sakin ve sevimliydi ki inanamadım aynı kişi olduğuna. güneye bi kaç tavsiye verdi, göz kırptı. iyice içim sıkılmaya başlamıştı. genç adam geri geldi. hadi bakalım iniyoruz gemiden şaka yaptım az önce, dedi. saat daha gece 12yi gösteriyordu.

18 Kasım 2009 Çarşamba

-1

evde çekyatın üzerinde oturuyordum. kucağımda bilgisayar vardı, öyle nette geziniyordum. akşam children of bodom konseri vardı. haticeyle gidecektik. enver denizlideydi. amma konsere katılım az olmuş, onlar da küçük diye benim salonda yapmaya karar vermişler konseri. çalışma masamın olduğu yerde bateri duruyordu. içerde bir sürü insan vardı. baterist beni kesiyordu. ben ilgilenmiyordum. arka tarafında bi pencere vardı baterinin, kulismiş orası da. sonra hatice geldi. abi ya konser burda olacakmış boşuna 56lira verdik biletlere, dedim. acaba parayı geri verirler miydi? konuşmaya başladık öyle. hatice bateriste bakıyordu. sonra yanımızdaki masada bi adamla 5-6 yaşlarında kızı oturuyordu. hatice siyah topuklu ayakkabı giymişti. adam haticeye, bu topuklu ayakkabıları çıkar kızımın ahlakını bozuyorsun, dedi. hatice de tamam diyerek çantasından az topuklu bir ayakkabı çıkartıp onları giydi. adam, az önce de sesçilere kabloları toparlattım kızım takılıp düşebilirdi, dikkat etmek lazım, dedi. biz fazla bulaşmadan döndük işimize. salonda nerden çıktı bilmiyorum amma kozmetik reyonu vardı bi tane. çalışanlar da vardı. haticeyle gittik oraya. bi göz kalemi bi de far beğendim. uygundu da fiyatı amma almadım. sonra kızıl saçlı bi kız geçti. gruptanmış o da. hatice bak işte ne güzel saçları, dedi. tuvalete gitmeye karar verdik. akaretlerin oraya doğru yürüdük. hatice yeni bi tuvalet keşfetmiş orda. ışığı çok güzelmiş, boş oluyormuş bi de temizmiş. iş bankasının o taraftaydı. gittik tuvalete. hatice üzerini değiştirdi. saçlarını düzeltti. sonra çantasından diğer topuklu ayakkabıları çıkartıp giydi. hadi, dedi, konser başlayacak.

+1

benim çok çişim gelmişti. hemen kalktım içerdeki çekyattan, koşarak gittim banyoya. üzerimde yüksek bel bi pantolon ile göbeği açık acayip bi kazak vardı. neden böyle giyinmiştim ki acaba? o sırada kapı çaldı. enver açtı kapıyı. üst komşu gelmiş, iki tane adam. ellerinde bi zarf var. icra mektubuymuş. adam önemli diye elden vermek istemiş, bizi evde bulamayınca ona bırakmışlar da. ben çatlıyorum meraktan ne bu diye. amma çıkamıyorum banyodan, utanıyorum üzerimdeki giysilerden. sonra adamlar gitti, enver kapıyı kapatır kapatmaz fırladım banyodan. aldım açtım hemen zarfı. finansbank a 2.53 lira mı ne ekstre borcum kalmış, ödemezsem eve haciz gelecekmiş. bi kaç madde daha vardı. eğer bu olay canımı sıkarsa banka kartımı iptal edip bana maximiles kart yollayacaklarmış. baya şaşırdım. sonra telefon çaldı, uyandım. envere gördüğüm iki rüyayı anlattım. sonra biz cipralex içmedik di mi dedim. hayır dedi. güldüm. çünkü enverin başı ağrıyordu ben de baktım prospektüre cipralex baş ağrısına iyi geliyormuş. biz 20miligramı ikiye bölüp kullandığımızdan ben de başı ağrıdığı için tüm ilacı verdim. sonra aradan zaman geçti benim ilacımı da enver içmiş. yani iki tane 20miligram. korktum bi an. sonra uyanınca anlattım hızlı hızlı unutmamak için envere rüyayı. amma durdum ben sana bunu anlatmıştım daha önce dedim. çünkü ben bu rüyayı dün görmüştüm. enver anlatmadığımı söyledi. hayır anlatmıştım az önce, çok iyi hatırlıyordum. şu dolmabahçe yoluna girdikten sonra o arada anlatmıştım oysa ki. anımsayınca tekrar güldüm. bi gün önceki rüyamı az önceki rüyamda anlatmıştım. ve tekrar güldüm.

0

enverle yürüyorduk dolmabahçeye benzeyen bir yol vardı. amma tam da aynısı değil biraz daha mistik, daha mistik nasıl oluyorsa artık. hafiften sisliydi hava, karanlıktı. sonra enverin karnı acıktı. taksimde istiklal caddesine benzeyen bir yerde yemek yedi o. ben aç değildim. üstüne bir de tatlı yedi. garip bi yerdi, fazla salaştı, kahvehane gibiydi. sonra çıkıyorduk ki yağmur vardı. ya da sular akıyordu işte orasını tam hatırlayamıyorum. ben ıslandım azcık. içeri geri girdik, diğer kapıdan çıkmak için. yer altına indik ordan. ikinci el eşyalar vardı. ilerledik bu tünelvari yerde. çok fazla eşya vardı; çekyatlar, buz dolapları, masalar... bazen çok dardı yol eşyaların üzerinden geçmemiz gerekiyordu. bir anda çağda hoca geldi yanımıza. hadi, dedi, geç kalıyoruz. ilerledik, ilerledik. sonra bir kapı çıktı karşımıza. ben çıktım önce. dimdik bir merdiven vardı. şöyle bi baktım etrafa. koccaman bi bahçe içinde ev yemekleri satan bi yere gelmiştik. hatice ana ev yemekleri. masalar vardı bahçede. ben indim sonra zorlanarak o dik merdivenlerden. enveri aradım, bulamadım. iki kere falan seslendim. o meğer diğer yolu seçmiş içerden gelen. bir kase bir de kaşık vardı elinde; ağzında yarım ekmek tutuyordu. bana cevap vermeye çalışırken düştü ekmek ağzından. istifini bozmadan aldı ekmeği yerden. masalarda oturan adamlardan biri alkışlamaya başladı onu, sonra uzun süre konuştu. ben çok acıkmıştım. neler vardı diye bakıyordum etrafta. baya çeşit vardı yemeklerden. amma fiyatlar yazmıyordu canım sıkıldı biraz. az param vardı cebimde. çay 2 liraydı, onu hatırlıyorum. sonra uzunca bir masa vardı ilerde. hocalar oturmuşlardı, yemek yiyiyorlar, eğleniyorlardı. çağda hoca oraya gitti. biz de iki kişilik bi masaya geçtik enverle. ben çok acıkmıştım. bi tabağa sarma koydum. enver de sarma almıştı. sonra masaya üç kişi daha geldi. ben buraya önceden de gelmişim. amma ne zaman bilmiyorum. daha önce yediğim sarma aceleye gelmiş, kötüymüş, tam pişmemiş. bu seferki çok güzeldi. zaten gelenlerden biri yemekleri yapan kadındı. böyle nur yüzlüsünden. biri asistanlardan biriydi. biri de bi adam amma bilmiyorum kim. konuştuk yemekler hakkında baya. enver kadına tüyolar veriyordu yemeklerin daha iyi nasıl pazarlanabileceği hakkında. kadın da, ne güzel olur evladım sen bu işin ucundan tutarsan diyordu. ben o sırada çok açtım. tabağımdaki kızarmış ince ince dilimlenmiş biberleri yiyiyordum ve başka ne yesem diye düşünüyordum. fiyatlar yazmıyordu, az param vardı. canım mantı istiyordu, ya da bi şey daha. amma neydi ki o diğer şey?